1. Haberler
  2. Haberler
  3. Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Parthenon

Denizden 150 metre yukarıda, Akropolis’in kayalık tepesinde yükselen sütunlar… Her sabah güneş, Parthenon’un mermerleri üzerinde yeniden doğar. Işık, yüzyılların tozunu aralayıp taşların yüzeyinde gezinirken, sanki içlerinde hâlâ bir nabız atar gibidir.

Bir tapınaktan fazlasıdır Parthenon. İnancın taşta vücut bulmuş hali ya da taşa kazınmış bir inanç hikâyesi…

İnsanlık tarihi bize şunu öğretti: Tanrılar değişti, diller değişti, imparatorluklar yıkıldı ama insanın güven duyma ve inanma ihtiyacı, hiçbir çağın külüyle sönmedi.

Perslere karşı elde edilen zaferin anısına, Atina’nın koruyucusu tanrıça Athena adına inşa edilen bu tapınak, “yukarı şehir” anlamına gelen Akropolis’in tepesinde yükseldi. Bu yer, tanrı ve tanrıçaların oturabileceği bir mekan olmaktan öteydi. Şehrin gücünün, estetiğinin ve inancının ortak yansımasıydı.

Antik Yunan’dan bugüne uzanan zaman çizgisinde Parthenon, sadece mimarinin değil; aynı zamanda siyasetin, toplumun, inancın değişiminden izler taşıyan bir anıt. Yunan mimarisinin doruk noktası kabul edilir. Heykeltıraşlığın doruğuna ulaşan kabartmaları, Antik Yunan’ın estetik zekâsını ve Atina demokrasisinin özgüvenini taşır. İki bin yılı aşkın süredir Akropolis’in tepesinde duran bu yapı, sayısız kez yıkılmış, onarılmış, dönüştürülmüş; ama hiçbir çağ onu bütünüyle susturmayı başaramamıştır.

2 bin yılı aşkın bir süredir, insanlığın inançla kurduğu o eski bağın taşlaşmış hâli olarak karşımızda durur.

Atina’nın Altın Çağı ve Tapınağın İnşası

M.Ö. 5. yüzyıl, tarihin “Atina’nın Altın Çağı” dediği o görkemli döneme karşılık gelir. Demokrasi filizlenmiş, felsefe sokaklarda konuşulur olmuş, sanat kentin ruhuna karışmıştır. Perikles’in önderliğinde Atina, yalnızca bir şehir değil, insan aklının ve estetik idealin sahnesine dönüşmüştür.

İşte Parthenon da bu sahnenin en ışıltılı perdesidir. M.Ö. 447 yılında temelleri atılmış, M.Ö. 438’de tamamlanmıştır. Kentin koruyucu tanrıçası Athena’ya adanmış bu tapınak, aynı zamanda insan aklının taşla kurduğu en tutkulu diyaloglardan biridir.

Tapınağın merkezinde, heykeltıraş Phidias’ın yarattığı 12 metre boyundaki altın ve fildişinden Athena Parthenos heykeli bulunurdu: bir elinde kalkan, diğerinde zafer tanrıçası Nike heykeliyle… Gücün, bilgeliğin ve estetiğin birleştiği bu figür, aslında tüm bir uygarlığın kendine duyduğu güvenin simgesiydi.

Zaman aktı…

M.Ö. 146’da Romalılar Yunanistan’ı ele geçirdiğinde, Atina artık bir taşra kenti sayılıyordu ama Parthenon, hâlâ bir hayranlık konusuydu. M.S. 380’de Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini ilan edilmesiyle yeni bir dönem başladı. Pagan tapınakları birer birer kiliseye dönüştürülürken Parthenon da bu dönüşümden payını aldı. Athena’nın evi artık Meryem Ana’ya adanmış bir kiliseydi.

Tapınağın içi, yeni inanca göre yeniden düzenlendi: İkonalar, apsis, sunak eklendi; eski tanrıların izleri yavaş yavaş silindi. Ancak Parthenon’un özü, yani inanma ihtiyacına cevap veren mekân olma hali, değişmedi. Bizans İmparatorluğu döneminde bu kutsal yapı, imparatorluğun en önemli Hıristiyan hac merkezlerinden biri haline geldi.

1204 yılına gelindiğinde, Dördüncü Haçlı Seferi’nin ardından kurulan Latin hâkimiyeti, Parthenon’u bu kez Katolik bir kiliseye dönüştürdü. Yaklaşık iki buçuk yüzyıl boyunca, aynı taşlar başka dualara, başka dillerde yankılanan ilahilere ev sahipliği yaptı.

Parthenon’un Camiye Dönüşümü ve Sonrası

1458’te Osmanlı ordusu Atina’ya ulaştığında, Parthenon bir kez daha yeni bir kimliğe büründü. Artık Akropolis’in tepesinde ezan sesi yankılanacaktı. Osmanlılar, imparatorluklarının birçok bölgesinde olduğu gibi burada da mevcut yapıları kendi inanç düzenlerine göre dönüştürdüler. Ancak bu, yok etmekten çok dönüştürmekti; çünkü Osmanlı, farklı dinlere karşı görece hoşgörülü bir imparatorluktu. Atina’nın Hristiyan ahalisi ibadetine devam edebildi, Parthenon ise İslam’ın hâkimiyetini simgeleyen bir camiye dönüştü.

Bu dönüşümde tapınağın eski izleri silindi: Aziz figürlerinin üzeri boyandı, Hristiyan ikonaları kapatıldı ve yapının kuzeybatı köşesine ince bir minare eklendi. Akropolis’in doruğundaki bu minare, hem fetih sembolü hem de yeni bir inanç döneminin işaretiydi. Yine de

Parthenon’un kaderi değişmedi; o hâlâ bir ibadet mekânıydı, hâlâ insanın inanma ihtiyacına cevap veriyordu.

Venedik Bombardımanı

17. yüzyılın sonunda tarih, Parthenon’un kapısını bir kez daha sertçe çaldı; bu kez yıkımın sesiyle.

1687’de Venedik ordusu Atina’yı kuşattı. Atina, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’daki kalbi olarak sembolik bir öneme sahipti. Osmanlı askerleri Parthenon’u bir kale olarak kullanıyor, hatta içinde barut ve mühimmat depoluyordu. Venediklilerin bir mabedin kalbinde barut saklandığını düşünmeyeceği sanılmıştı ama öyle olmadı. Bir top mermisi tam da barut deposuna isabet ettiğinde, tarihin en yıkıcı anlarından biri yaşandı: Parthenon’un kalbi havaya uçtu. Çatısı çöktü, sütunlar devrildi, heykeller parçalandı.

Küllerinden bir kez daha doğmaya çalışan Parthenon’un kalıntıları arasına, sonrasında küçük bir cami inşa edildi. Fakat bu yara artık hiç kapanmadı.

19. yüzyıla gelindiğinde Yunan toprakları bağımsızlık arzusuyla dalgalanıyordu. Osmanlı hâkimiyetinden kurtulma mücadelesi 1832’de İstanbul Antlaşması’yla sonuçlandı ve bağımsız bir Yunan devleti doğdu.

Parthenon, bu yeni ulusun simgesine dönüştü. Yıkıntıları, hem bir geçmişin hem de bir kimliğin yeniden doğuşunu temsil ediyordu.

19. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan restorasyon çalışmalarıyla, tapınağın klasik Yunan görünümüne “geri döndürülmesi” amaçlandı. Bizans, Osmanlı ve Venedik dönemlerine ait tüm eklentiler kaldırıldı. Sanki tarih boyunca kazandığı tüm katmanlar silinmek isteniyor, taşlar yalnızca Antik Yunan’a aitmiş gibi yeniden biçimleniyordu.

Ama belki de en ilginç olan şu: Parthenon’u “öz haline” döndürmeye çalışan bu modern çaba bile, onun bitmeyen dönüşümünün bir parçasıydı. Çünkü her çağ, Parthenon’u kendi aynasında görmüş, onu kendi inancına, ideolojisine, kimliğine göre yeniden yaratmıştı.

***

Parthenon’un hikâyesi, yalnızca taşların değil, insanlığın hikâyesidir. Athena’nın tapınağıydı, sonra Meryem’in evi oldu, ardından minareyle yükseldi… İnanç değişti, diller değişti, dualar değişti ama yön hep aynıydı: Yukarıya, yani güvenin ve teslimiyetin o görünmez katına.

Belki de tarih bize tam da bunu anlatıyor: İnsan, neye inanırsa inansın, aslında hep aynı boşluğu doldurmaya çalışıyor. Bir tanrıya, bir lidere, bir fikre ya da bir ideolojiye… Adı ne olursa olsun, insanın aradığı şey aslında kendini aşmanın bir yoludur. Çünkü inanmak, sadece sığınmak değil; varoluşun dayanılmaz belirsizliğiyle baş etmenin adıdır aynı zamanda.

Belki de bu yüzden tarih, bize hep aynı dersi tekrar eder: İnsan inançlarını değiştirir ama inancın ihtiyacından asla kurtulamaz. Taşlar, mabetler, semboller… Hepsi gelip geçici kabuklardır. Çünkü kutsallık, ne sütunlarda ne kubbelerde… Hep insanın içindedir.

Bugün hâlâ birbirimizi inançlar üzerinden öldürüyor, mezheplerle, kimliklerle, sembollerle ayrışıyoruz. Coğrafyamızda, inanç hâlâ insanı birleştirmekten çok ayırıyor. Mezhepler, kimlikler, semboller üzerinden çizilen görünmez sınırlar her gün biraz daha derinleşiyor. Ne yazık ki inancın özünü değil, biçimini miras alıyoruz; kutsalı insanın içinde değil, karşısında arıyoruz. Belki de bu yüzden Orta Doğu, aynı hikâyeyi hep başka dillerde, aynı acıyla tekrar edip duruyor…

Oysa tarihin kendisi bize, her dönemde aynı hatırlatmayı yapıyor: Mekânlar kutsal değildir; kutsallığı onlara yükleyen insandır. İnsan, inancını nerede yaşarsa yaşasın, onu taşta, kubbede, ya da minarede değil kendi içinde taşır.

Bugün Parthenon’un merdivenlerinde her dilden, her milletten insanı görürsünüz. Kimisi bir zamanlar tanrılara adanmış bu taşlara hayranlıkla bakar, kimisi sessizce dua eder, kimisi sadece fotoğraf çeker. Ama hepsinin yüzünde aynı ifade vardır: Hayretle karışık bir saygı. Belki de bu yüzden Parthenon hâlâ ayaktadır.

Evet, Parthenon’un taşları bugün hâlâ ayakta. Ama asıl kalıcılık onlarda değil; insanın inanma tutkusunda. Belki de bu yüzden, binlerce yıl sonra bile aynı hikâyeyi tekrar ediyoruz: Tanrılar değişiyor, tapınaklar el değiştiriyor ama insan hep aynı inanç duvarının önünde diz çöküyor.

Sadık ÇELİK

sadikcelik.gorus@gmail.com

Bir Tapınağın Hikâyesi: Mekânlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Divriği Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin